Bölge Planlama ve Türkiye'de Mekansal Planlama Yaklaşımları
Prof. Dr. Nuriye GARİPAĞAOĞLU
Planlama; en genel anlamı ile bir bütünün herhangi bir parçasını, doğal ortamın imkanlarına en uygun ve toplum açısından en yararlı şekilde kullanılmasını sağlamak amacıyla hazırlanan bir düzenleme ve gelişme programı olarak değerlendirilmektedir. Bu bütünün parçalarından herhangi birini oluşturan planlama alanı ise, köy, kasaba, şehir, yöre olabileceği gibi, bir bölge, bir ülke hatta ülkeler topluluğu, ya da bir havza ünitesi olabilir. Bölgenin imkanları ise, öncelikle sahip olduğu arazi potansiyeli ile ifade edilir. Bölge potansiyelinin tespiti, uygun planlama ve düzenleme için yönlendirici, öncelikli bir çalışmadır. Bölge bilimi olarak da bilinen bölgesel gelişme ve planlama, disiplinlerarası bir bilim dalıdır. Sosyal ve ekonomik yapıya ait bilimlerle mekana yönelik bilimler arasında ilişki kurar. Kompleks bir yapıya sahip olması, birçok bilim dalıyla sıkı ilişkiler kurmasını da gerekli kılmıştır.
Coğrafi ortam ve onun üzerinde yaşayan toplumların tahlil edilmesi, ortamın potansiyelinin, ihtiyaçlarının, sorunlarının ve çözüm önerilerinin belirlenmesi sürecinde; baştan sona, planlama bilimi ile birlikte birçok bilim dalı yer almaktadır. Başka bir deyişle, bölge planlamada, planlama bilim dalı; birçok bilim dalının veri ve araştırma metotlarına ihtiyaç duymaktadır. Esasında planlama, bilim dalları arasından, daha çok coğrafya ile ilişki kurar. Çünkü coğrafyanın fiziki, beşeri ve ekonomik coğrafyaya ait birçok disiplini; özelliği ve araştırma konularının içeriği gereği, planlama bilimine, gerek metodolojik ve gerekse veri sağlama yönleriyle birinci sırada yer alırlar. Saha araştırmaları ve gözlemler, planın en temel malzemelerini sağlayacak faaliyetlerdir. Planlamada dikkate alınacak konular ve toplanması gereken veriler, özellikle bölgesel coğrafya çalışmalarıyla örtüşmektedir. Bu bakımdan, plancılık açısından bölge incelemeleri, coğrafya monografilerine benzemektedir. Bu durum, planlama ile coğrafya arasında ne kadar sıkı bağlar olduğunun göstergesidir. Konu ve metodoloji açaısından yakınlıkları nedeniyle planlama işlerini, geleceğin coğrafyası veya uygulamalı coğrafya olarak tanımlayanlar dahi olmuştur. Planlama için gerekli hazırlık çalışmalarının büyük bir kısmı, bölge araştırmaları yapan coğrafyacılar tarafından sağlanmakta, böylece mekanların fiziki-beşeri yapıları, insan ile mekan arasındaki ilişkiler ve çeşitli beşeri-ekonomik faaliyetlerin vasıfları belirlenmektedir. Planlama bölgesinin sınırlandırmasında, coğrafi prensiplere uyulması, birçok bakımdan bir zorunlulukdur. Planlama çalışmaları ile sıkı bağlantısı olan coğrafyacı, tam bir plancı sayılmamakla birlikte ona en yakın ve onun gibi bir sentezcidir.
Bu çalışma, öncelikle “Coğrafya Bölümü” öğrencilerinin, bölge planlamanın, coğrafi mekanla karşılıklı ilişki ve etkileşimlerini algılamalarına ve ayrıca Türkiye’de farklı ölçeklerde yapılmış olan planlama çalışmalarını tanımalarına katkıda bulunmak amacıyla hazırlanmıştır. Diğer taraftan çalışmanın, mekansal planlama ile ilgilenen, farklı bilim dallarında çalışma yapan araştırmacıların, ilgisini çekecek nitelikte olmasına da dikkat edilmiştir.
Çalışmanın, öğrencilere ve tüm okurlarına faydalı olması dileğiyle.
Türkiye Ortam Sorunları Coğrafyası
Prof. Dr. Nuriye GARİPAĞAOĞLU
Bütünüyle dünya ekosisteminde ve onun bir parçası olan Türkiye'de hayat kalitesi, ortam (çevre) bilimine sıkı sıkıya bağlıdır. Günümüzde, coğrafya da dahil olmak üzere, birçok bilim dalı ekolojinin çatısı altında toplanmıştır. Coğrafya bilimi, dünya ekosisteminin ya da daha küçük bir mekanın çeşitli ortam sorunlarına karşı ilgi duyan "coğrafi ekoloji" yaklaşımını geliştirmiştir. Böyle bir yaklaşımda, ortam bir bütün olarak görülmekte ve ekolojik açıdan farklılaşmış alanlar ayırt edilerek, çeşitli ekosistem sınıflandırmaları yapılmaktadır. Coğrafi ekolojinin, ortamla ilgili sorunların tespitinde ve çözüm üretilmesinde, ayrı ve önemli bir yerinin olması, eskiden beri coğrafyacıların ortam sorunlarıyla yakından ilgilenmelerini zorunlu kılmıştır. Zaten sıcaklık, yağış, basınç, rüzgar gibi klimatolojik unsurlar, eğim, bakı ve yükselti gibi topoğrafik unsurlar, iltolojik ve yapısal özellikler, pedolojik ve vejetatif özellikler olarak bilinen fiziki ortam koşulları ile nüfus, yerleşme ve ekonomik etkinlikler gibi beşeri ortam koşulları; ekolojik temelin belirleyici unsurları oldukları gibi, ekosistemdeki değişimin de nedenleridir.
Günümüzde dünya ekosisteminin ortamla ilgili olan sorunları, hem çok çeşitli, hem de ekosistemdeki etki payları çok farklıdır. Özellikle, gelişmiş ülkelerin üzerinde fazlasıyla durdukları ortam ve sorunları konuları, Türkiye için oldukça yenidir. Bu eserde, ekolojik ortam olarak Türkiye seçilmiş olup, atmosfer, su ve hava ekosistemleri ayrı ayrı incelenerek, sorunları belirlenmeye çalışılmıştır. Türkiye'de mevcut ortam sorunlarının kökenleri ve coğrafi dağılışları bir hayli farklıdır. Ortaya çıkan sorun doğal ya da beşeri kökenli olabileceği gibi, her ikisinin tesirine de maruz olabilmektedir. Ancak eserde, mevcut sorunlara sınırlılık getirmek düşüncesiyle daha ziyade beşeri kökenliler çalışmaya esas teşkil etmiştir. Doğal kökenliler (deprem, kütle hareketleri, sel, çığ, vs.) değerlendirmeye alınmamıştır. Türkiye'de ekolojik dengenin bozulmasında, özellikle hızlı nüfus artışı, hızlı ve çarpık kentleşme, endüstrileşme, tarım alanlarının genişlemesi ve tarım teknolojileri gibi beşeri olaylar önemli rol oynamaktadır.
İçeriği gereği, çalışmanın disiplinler arası bir nitelik de taşıması nedeniyle eserde her konu aynı kapsamda incelenememiştir. Hatta bazı konularda daha sınırlı kalınmış ve ilgili kaynaklardan fazlasıyla yararlanılarak, aktarmalar yapılmıştır. Bütün bunlara rağmen, bütünüyle Türkiye ortamının ve sorunlarının ekosistemlere göre tanıtılmasına özen gösterilmiştir. Farklı bilim dallarına ait birçok çalışmanın ve resmi verilerin sonuçlarına bağlı olarak ortaya çıkan bu çalışma, öncelikle "Coğrafya Bölümü" öğrencilerinin Türkiye'nin ekolojik koşullarını ve sorunlarını algılamalarına katkıda bulunmak amacıyla hazırlanmıştır. Ayrıca Türkiye ortam sorunlarıyla ilgilenen diğer meslek mensuplarının da yararlanabilecekleri bir kaynak vasfı taşımasına da dikkat edilmiştir.
Türkiye Hava Kirliliği ve Coğrafi Esasları
Prof. Dr. Nuriye Garipağaoğlu
Bilindiği gibi hava kirleticileri çok çeşitli gazlardan oluşabildikleri gibi, partiküler (parçacık) madde şeklinde de görülebilmektedirler. Ancak, Türkiye şehirlerindeki hava kirliliği belirlenirken, bu kirleticilerden yalnızca kükürt dioksit ( SO2 ) ve duman şeklindeki partiküler madde verilerine ulaşılabildiğinden, değerlendirme de bu kriterlere göre yapılmıştır.
Hava kirliliğinin başta insan sağlığı olmak üzere diğer bütün canlılar, iklim olayları ve bir çok madde üzerinde olumsuz etkiler yarattığı bilinmektedir. Ayrıca herhangi bir ekosistemdeki kirlilik dolaşım yoluyla diğer ekosistemlere de geçtiğinden, atmosferi kirli olan bir şehrin aynı zamanda suyu ve toprağı da kirlenebilmektedir. 1960'lı yıllarda dünyanın gelişmiş ülkelerinde çözümlenmiş olan, şehirlerin hava kirliliği, Türkiye şehirlerinde artarak devam etmiştir. Türkiye şehirlerindeki hava kirliliğini bir çok faktör etkilemekle birlikte, özellikle plansız ve hızlı şehirleşme hareketleri, endüstride yanlış yer seçimi, her türlü atık madde ve bacalardan çıkan kirleticiler, şehirlerin ve endüstri kuruluşlarının konumlandıkları yerlerin fiziki coğrafya şartları (özellikle yer yüzü şekilleri ve iklim şartları) gibi etkenler birinci derecede belirleyici durumdadırlar. Bu bakımdan fiziki çevre şartlarını dikkate almaksızın, hava kirliliğini önleyici tedbirler almanın yetersiz kalacağının bilinmesi gerekir.
1990 -2000 yılları arasındaki verilerin esas alındığı bu çalışmada, Türkiye şehirlerinin bir çoğunda hala hava kirliliğinin devam ettiği saptanmıştır. Atmosfer kirleticilerinin ise, daha çok evsel ısınma, endüstriyel ve trafik kökenli oldukları anlaşılmaktadır. Kirleticilerin önem dereceleri de şehirlerin özelliklerine bağlı olarak, birinden diğerine değişebilmektedir.
Ulaş Havzasının Coğrafi Etüdü
Prof. Dr. Nuriye GARİPAĞAOĞLU
Bu çalışma Ulaş Havzası'nı coğrafi bir perspektifle değerlendirerek, doğal çevre şartlarıyla beşeri faaliyetleri bağıntı içerisinde incelemek amacına yöneliktir.Çünkü Ilaş Havzası coğrafi açıdan çalışma yapılmamış bir alandır.Bu nedenle öncelikle yörenin fiziki çevre şartları değerlendirililmiş, daha sonra fiziki çevre şartlarına büyük ölçüde bağımlılık gösteren beşeri faaliyetler, coğrafyanın korelasyon ilkesi çerçevesinde ele alınmıştır. Böylelikle yörenin fiziki çevre şartlarından kaynaklanan sorunları ve nunları beşeri ve ekonomikyapı üzeirne yansıması ile birlikte belli başlı çözüm yolları belirlenmeye çalışılmıştır.
Marmara Depreminin (17 Ağustos 1999) Yalova Şehrine Etkileri
Prof. Dr. Mehmet Akif CEYLAN
Kuzey Anadolu Fayı’na bağlı olarak meydana gelen Marmara Depremi, Yalova şehrini de içine alan oldukça geniş bir coğrafyayı etkilemiş; birçok insanın ölümüne, yaralanmasına, binlerce binanın yıkılmasına ve önemli ekonomik kayıplara neden olmuştur. Bu yüzden çeşitli yayınlarda Marmara Depremi’nden “asrın felaketi” şeklinde bahsedilmiş ve Türkiye tarihinin en büyük doğal afetlerinden biri olarak kabul edilmiştir.
Cumhuriyet döneminde ve özellikle 1970’lerden sonra hızlı bir gelişim sürecine giren Yalova şehri, Marmara Depremi’nden büyük ölçüde etkilenmiş; nüfus, yerleşme ve ekonomik bakımdan önemli değişimlere maruz kalmıştır. Marmara Depremi’nin etkileri bir bütün olarak değerlendirildiğinde; şehrin gelişim sürecinde önemli bir kırılma noktasını teşkil etmiştir. Şüphesiz bundan sonra da şehrin gelişiminde depremin etkileri uzun yıllar devam edecektir.
Marmara Depremi’nin etkilerini yansıtan bu çalışmanın birinci bölümünde Yalova çevresinin genel fiziki coğrafya özellikleri ile şehrin beşeri ve ekonomik coğrafyası üzerinde durulmuştur. İkinci bölümde depremin şehrin nüfusuna, üçüncü bölümde şehrin yerleşim sahasına, dördüncü bölümde şehrin ekonomik hayatına etkileri ele alınmış ve son bölümde depremin neden olduğu başlıca çevre sorunları ve alınan bazı önlemler hakkında bilgiler verilmiştir.
Şehir Coğrafyası Açısından Bir Araştırma: Alaşehir
Prof. Dr. Mehmet Akif CEYLAN
Şehirler, insanoğlunun yapmış olduğu en büyük eserlerin başında gelmektedir. İnsan ve doğal ortam arasında kurulan ilişkiler düzenli olduğu ölçüde şehirler de varlığını ve gelişmesini sürdürme imkânı bulmaktadır. Çalışmaya konu olan Alaşehir de, coğrafyanın sağladığı elverişli ortam sayesinde iki bin yıldan fazla varlığını devam ettiren ve böylelikle uzun bir gelişim sürecine sahip olan şehirlerimizden biridir. Kurulduğu günden beri birçok medeniyete tanıklık eden ve zaman zaman büyük afetlere maruz kalan Alaşehir, bundan sonrada varlığını geliştirerek devam ettirecek çeşitli doğal ve beşeri olanaklara sahip bulunmaktadır.
Kitapta, Alaşehir’in kuruluşu, gelişimi ve fonksiyonel özelliklerinin incelenmesi amaçlanmıştır. Çalışma giriş kısmı dışında üç bölümden meydana gelmektedir. Birinci bölümde Alaşehir ve yakın çevresinin doğal ortam özellikleri kısaca açıklanmaya çalışılmıştır. İkinci bölümde şehrin kuruluşu ve gelişim süreci çeşitli dönemlere ayrılarak ele alınmıştır. Üçüncü bölümde ise Alaşehir’in fonksiyonel özellikleri ve fonksiyon alanlarının dağılışına yer verilmiştir. Ayrıca konuların işlenişinde çeşitli sorunlara temas edilmiş ve bunlarla ilgili bazı önerilerde bulunulmuştur.
Ege Adalarında Türkçe Yer Adları Üzerine Bir İnceleme
Prof. Dr. Mehmet Akif CEYLAN
Günlük yaşam başta olmak üzere birçok alanda kullanılan yer adları, milletlerin önemli kültürel değerlerinden biridir. Yer adlarının bu niteliği, esasında milletlerin üzerinde yaşadığı coğrafyanın özelliklerini çok yakından tanımalarıyla ilgilidir. Çünkü yer adları, mekanın iyi tanınması oranında özgünlük kazanmakta ve kültürel bir değer oluşturmaktadır.
Kitapta ele alınan Ege adaları, dünyanın en eski kültürlerinin bulunduğu Akdeniz bölgesinde yer almaktadır. Birçok kültürün iç içe olduğu bu bölge, Türk kültür coğrafyasının da önemli bir parçasını teşkil etmektedir. Kuşkusuz kültürel değerlerin başında mekana kimlik kazandıran yer adları gelmektedir. Bu eserde Ege adalarının Türkçe isimleri, adalarda bulunan Türkçe yer adları tespit edilmeye, sınıflandırılmaya, bazılarının kökeni ve anlamı konusunda açıklayıcı nitelikte bilgiler verilmeye çalışılmıştır. Bununla birlikte bazı isimlerin kökeninin ve anlamının açık bir izahı yoktur ve bazı bilgilerin de doğruluk derecelerini kesin olarak anlamak mümkün değildir. Bu da çalışılan konunun bir özelliğidir.
Manisa İlinde Yer Değiştiren Yerleşmeler
Prof. Dr. Mehmet Akif CEYLAN
Ülkemizde şehir, kasaba, köy ve mahalle gibi farklı şekillerde olan binlerce yerleşim birimi çeşitli nedenlerle ilk kurulduğu yeri değiştirmek zorunda kalmıştır. Konunun kapsam ve önemine oranla sayıları az da olsa yer değiştiren yerleşmeleri farklı yönleriyle ele alan, genellikle makale ve bildiri kapsamında bazı yayınlar yapılmıştır. Manisa ili ölçeğinde yer değiştiren 96 yerleşmenin sistematik şekilde ele alındığı bu çalışmayla da yerleşme coğrafyasına önemli bir katkının yapılması amaçlanmıştır.
Kitap giriş kısmı dışında üç bölüme ayrılmıştır. Birinci bölümde doğal, ikinci bölümde beşeri nedenlerle yer değiştiren yerleşmeler ele alınmıştır. Üçüncü bölümde ise yer değiştiren yerleşmelerde yer seçimi, yerleşim planları, yapı malzemesi, konut tipleri, alt ve üst yapı çalışmaları, idari, kültürel ve sosyal tesisler, eski yerleşim sahasında bulunan tarihi ve kültürel eserler, yer değiştirme öncesi ve sonrasında ortaya çıkan bazı sorunlara ana hatlarıyla temas edilmiştir.
Bizans-Selçuklu Münasebetlerinde Bir Dönüm Noktası: Myriokephalon Zaferi (Beyşehir Bağırsak Boğazı - Miryokefalon) 17 Eylül 1176
Prof. Dr. Mehmet Akif CEYLAN- Doç. Dr. Adnan ESKİKURT
Türkiye Selçukluları adına 17 Eylül 1176 yılında zaferle sonuçlanan Myriokephalon Savaşı’nın Türk tarihinde büyük bir yeri ve önemi vardır. Zira Bizans İmparatorluğu’nun Anadolu’ya yeniden hâkim olmak arzusu bu zaferle son bulmuş, yarımadanın artık bir Türk yurdu haline geldiği kati bir hakikat haline gelmiştir. Nitekim aynı yüzyılın son çeyreğinde Anadolu’nun büyük kısmı Türkiye Selçukluları idaresinde birleşmiştir.
Böylesine önemli bir hadisenin cereyan ettiği mevkiinin tespiti ise, yüzyıllardır çözüme kavuşmamış bir meseledir. Muhtelif yerli ve yabancı araştırmacılar tarafından farklı mevkiler üzerinde durulmuşsa da savaşın kesin mevkii üzerinde görüş birliğine varılamamıştır.
Bu hususla alâkalı olarak 1998 yılında Denizli’den Eğirdir’in doğusuna kadar olan sahada çalışmalar yapma fırsatı bulunmuş, ancak Bizanslı Kinnamos ve Süryanî Mihael’in eserleri ile Haçlı seferlerini anlatan bir kısım kroniklere ulaşılamadığından bazı önemli verilerden mahrum kalınmıştı. Dolayısıyla eldeki imkânlar nispetinde bir değerlendirmede bulunulmuştu. Son yıllarda anılan kroniklere ulaşılması ve bunların rehberliği sayesinde Beyşehir-Konya arasında uzanan sahada yeni arazi çalışmaları yapmak suretiyle meselenin aydınlatılması ve aynı zamanda savaş yerinin farklı bir yörede aranması söz konusu oldu. Bu hususlardaki tespitler elinizdeki bu çalışmada ayrıntılı bir biçimde müzakere edilmiştir.
Myriokephalon Savaşı
Prof. Dr. Mehmet Akif CEYLAN- Doç. Dr. Adnan ESKİKURT
Bu kitap, daha önce aynı yazarlar tarafından yayınlanan Selçuklu - Bizans Münasebetlerinde Bir Dönüm Noktası: Myriokephalon Zaferi (Beyşehir-Bağırsak Boğazı-Miryokefalon) 17 Eylül 1176 adlı eserin bir bakıma devamı niteliğini taşır. Bununla birlikte kitabın içeriği tamamen farklı bir şekilde kurgulanmıştır. Nitekim kitabın ana temasını oluşturan ve çok sayıda tarihi ve coğrafi delillere dayandırılan Konya Bağırsak Boğazı görüşü, nispeten ayrıntılarıyla ele alınmış; savaştan bahseden Ortaçağ kaynaklarından temin edilen çeşitli bilgi ve veriler tarih ve coğrafya biliminin imkânlarından yararlanılarak analiz edilmiştir.
Eser iki bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde savaşla ilgili Ortaçağ kaynakları, Haçlı Seferleri sırasında Selçuklu - Bizans ilişkileri, tarafların savaş hazırlıkları, Bizans Ordusu’nun takip ettiği güzergâh, tarafların mücadelesi ve savaşın Dünya’daki yankıları ele alınmıştır. İkinci bölümde savaş yerinin konumu, savaşın icra şekli ve cereyan ettiği mekânın jeomorfolojik özellikleri ve mekân analizi, savaş yerinin hidrografik unsurları, bitki örtüsü ve Bağırsak Boğazı’nın ulaşım durumu incelenmiş ve genel bir değerlendirme yapılmıştır.
Tarihimizin önemli dönüm noktalarından olan Myriokephalon Savaşı’nın üzerinden 841 yıl geçmiştir. Bu uzun zamana rağmen maalesef savaş yeri 2015 yılına kadar tespit edilememiş; Denizli ve Isparta yörelerinde farklı yerleri öne çıkaran çok sayıda görüşler ileri sürülmüştür. Bunlara karşılık yaklaşık 20 yılı kapsayan uzun bir çalışma neticesinde kitabın yazarları tarafından mevcut tarihi ve coğrafi bilgi, veri ve analizlere dayanılarak savaş yerinin Konya ilinin sınırları içinde yer alan Bağırsak Boğazı olduğu ortaya konulmuştur. Şüphesiz konuyla ilgili daha farklı verilere ulaşılması, ayrıntılı saha araştırmaları ve analizlerinin yapılmasıyla ilgili çeşitli çalışmalar da devam etmektedir.
Genel Fiziki Coğrafya
Editör: Prof. Dr. Mehmet Akif CEYLAN
Yazarlar: Ali Ekber GÜLERSOY, Atilla KARATAŞ, Hilmi DEMİRKAYA, Mehmet Akif CEYLAN, Mustafa GİRGİN, Mustafa SAĞDIÇ, Selahi COŞKUN, Süleyman ELMACI
Genel Fiziki Coğrafya, üniversitelerin sosyal bilgiler, coğrafya ve sınıf öğretmenliği programları ile coğrafya bölümü öğrencilerine yönelik bir ders kitabı olarak hazırlanmıştır. Kitabın kapsamı Yükseköğretim Kurulu tarafından kabul edilen Genel Fiziki Coğrafya dersinin müfredat programına uygun şekilde düzenlenmiştir. Ayrıca kitap içeriğinin belirlenmesinde coğrafyanın kendine özgü bilim sistematiği de dikkate alınmıştır. Tüm bilimlerin sentezi ve anası olarak nitelenen coğrafya bilimi, fiziki ve beşeri coğrafya olmak üzere iki ana bilim dalından oluşmaktadır. Dolayısıyla bu kitap, coğrafyanın doğrudan mekân (yeryüzü) ile ilgili temel konularını kapsamakta, yaşadığımız dünyanın doğal yapısını ve etkileşimlerini daha yakından tanımamıza katkı sağlamaktadır.
Kitap, sekiz bölüme ve çok sayıda alt başlığa ayrılmıştır. Birinci bölümde coğrafyanın tanımı, konusu, gelişimi ve bilim kimliği kazanma süreçleri; ikinci bölümde Evren, Güneş Sistemi ve Dünya; üçüncü bölümde yeryüzünün şekillenmesi, bu süreçte etkili olan faktörler ve başlıca topografyalar; dördüncü bölümde iklim bilimi, Dünya atmosferi ve iklim sistemi konuları üzerinde durulmuştur. Beşinci bölümde sular coğrafyası, yeraltı ve yerüstü sularının dağılışı, özellikleri ve etkileri; altıncı bölümde toprağın oluşumu, çeşitleri, dağılışı ve toprak sorunları; yedinci bölümde bitkilerin sınıflandırılması yetişme ortamlarının şartları ve yeryüzünde dağılışları ele alınmıştır. Sekizinci ve son bölümde ise harita bilgisinin çeşitli konularına oldukça ayrıntılı düzeyde; haritalar, grafikler, diyagramlar ve coğrafi bilgi sistemleri bağlamında temas edilmiştir.
Kitapta işlenen konular sade ve anlaşılır bir dille anlatılmıştır. Konuların daha iyi anlaşılması bakımından okuma parçası, not, uyarı vb.nin yanı sıra çok sayıda şekil, harita, fotoğraf, grafik, tablo gibi görsel malzemenin verilmesine de gayret edilmiştir.
Hatay İlinde Doğal ve Beşeri Nedenlerle Yer Değiştiren Yerleşmeler
Prof. Dr. Mehmet Akif CEYLAN
Yerleşmelerin kurulması ve gelişmesi süreçlerinde coğrafi şartların yeterince dikkate alınmaması veya şartların değişmesi, bazı yerleşim birimlerinin doğal ve beşerî faktörlere bağlı olarak zamanla yer değiştirmelerine neden olmaktadır. Yerleşmelerin, kuruldukları yerleri değiştirmek zorunda kalmaları birtakım sorunları beraberinde getirmekte ve bu sorunlar çeşitli akademik çalışmalarla ortaya konulmakta veya akademik çalışmalara konu olmaktadır. Hatay ilinin, konumu ve coğrafi özelliklerine bağlı olarak Türkiye’de yerleşmelerin yer değiştirme süreçlerinin somut bir şekilde yaşandığı illerin başında gelmesi, bu kitabın hazırlanmasındaki temel motivasyonu oluşturmuştur.
Bu çalışmada, Hatay ilinde özellikle son yüzyıl içerisinde 35 yerleşmenin yer değiştirmiş olduğu tespit edilmiştir. Söz konusu yerleşmelerden 8’i kütle hareketleri nedeniyle yer değiştirirken, bunu 6’şar yerleşmeyle; sel/taşkın, ulaşım ve ekonomik nedenlerle yer değiştiren yerleşmeler takip etmiştir. Elverişsiz topoğrafya nedeniyle yer değiştiren yerleşmelerin sayısı 3’tür. Bunlar dışında; 3 yerleşme baraj nedeniyle, 2 yerleşme güvenlik nedeniyle ve 1 yerleşme ise toplulaştırma nedeniyle yer değiştirmiştir.
Yer değiştirme süreçleri genellikle kısa mesafeler dâhilinde gerçekleşmiştir. Söz konusu yerleşmelerden 15’inin eski yerleşim sahası tamamen terk edilmiş durumdadır. Yerleşmelerin 21’i farklı bir isim altında, geri kalan 14’ü ise aynı isim altında yer değiştirmiştir. Yerleşmelerin 11’i yeni yerleşim sahasında planlı bir şekilde kurulmuştur. Ayrıca anket uygulamasının da gerçekleştirildiği çalışmada, insan-mekân etkileşimi ve yer değiştiren yerleşmelerle ilgili önemli tespitler yapılmış ve önerilerde bulunulmuştur.
Seçilmiş Örneklerle Türkiye'de Yer Değiştiren Yerleşmeler
Prof. Dr. Mehmet Akif CEYLAN
Türkiye’de mahalle, köy, kasaba ve şehir gibi farklı mekân ölçeklerinde binlerce yerleşim birimi ilk kuruldukları yerleri çeşitli nedenlerle değiştirmek zorunda kalmıştır. Türkiye’de örneklem olarak seçilen on ilin sınırları içerisinde doğal ve beşeri nedenlerle yer değiştiren yerleşmelerin bir bütün halinde incelenmesi ve böylece konuyla ilgili literatürün ve envanterin zenginleştirilmesi çabası bu çalışmanın temel motivasyonu olmuştur. Çalışmada; Adana, Bingöl, Burdur, Erzincan, Kahramanmaraş, Muş, Sivas, Tokat, Aksaray ve Kırşehir illerinde doğal ve beşeri nedenlerle 259 yerleşmenin yer değiştirdiği tespit edilmiştir. Doğal nedenler içerisinde; 84 yerleşme kütle hareketleri, 67 yerleşme deprem, 40 yerleşme sel/taşkın, 2 yerleşme taban suyu yüksekliği ve 1 yerleşme de gevşek toprak yapısı nedeniyle yer değiştirmiştir. Beşeri nedenlerle yer değiştiren yerleşmelerden 49’u baraj inşası, 6’sı ulaşım, 5’i güvenlik, 4’ü ekonomik ve 1 yerleşme ise su kıtlığı nedeniyle yer değiştirmiştir. Yerleşmelerin yer değiştirme süreçlerini insan-mekân perspektifinde inceleyen bu kitap, yer değiştiren yerleşmelerin tespiti, sınıflandırılması ve metodolojisi bakımından konuya ilgi duyan herkese yararlı olması amacıyla hazırlanmıştır.
Hatay İli'nin Su Potansiyeli ve Sürdürülebilir Yönetimi
Doç. Dr. Atilla KARATAŞ
Başlangıçta su vardı. İlk canlı organizmalar suda hayat buldular. İlk insanlar su kenarlarında yerleşirken medeniyet de su ile şekillendi. Her yudumda suyun canına can kattığı insan, su ile can buldu ama su gibi aziz olamadı. Mavi gezegenin rengini değiştirmek istercesine, hayat bulduğu suya hayat hakkı tanımadı. Buna karşılık su, ne denli aziz olduğunu her fırsatta göstererek, insanoğlunun bütün gücüyle kirlettiği bünyesini tekrar tekrar temizleyip hizmete sunmaya devam etti. Su, içinde bulunduğu devinim sayesinde hep aziz ve temiz olarak çıktı karşımıza. Suyun bu döngüsü hürmetine bir kürek mahkûmunun ayaklarını yıkadığı su, yıllar sonra altın kaplar içerisinde hükümdar sofralarında yer bulabildi.
Hayatın kaynağı ve canlı organizmaların temel yapı taşı olan suyun önemine istinaden, bölgesel ölçekte yapılmış bir etüt ve planlamanın mahsulü olan bu çalışmada, bütün varlıklar tarafından hak edilmiş olan en temel ihtiyaç maddesine dair Hatay’daki potansiyel ve bu potansiyelin sürdürülebilir tüketim şekli ele alınmaktadır. Çalışmanın içeriği dört ana başlık altında değerlendirilmiştir. Birinci bölümde öncelikle suyun ehemmiyeti vurgulanarak Dünya’da ve Türkiye’deki su potansiyeli ile dağılımı ortaya konulmuş, su yönetimi kavramı ile su yönetim anlayışının evrimi irdelenmiştir. İkinci bölümde çalışmanın mekânsal boyutunu oluşturan Hatay’ın genel coğrafi özellikleri ele alınmıştır. Bu sayede sonraki bölümlerin içeriğinin daha kolay kavranması için bir altyapı oluşturulması hedeflenmiştir. Üçüncü bölümde akarsular, göller, kaynaklar, mineralli sular, Akdeniz ve yeraltı suları başlıkları altında Hatay’ın su varlığına dair verilerin sistematik bir dökümü çıkarılmıştır. Dördüncü bölümde ise Hatay su potansiyelinin değerlendirilmesinde karşılaşılan sorunlar ve bu sorunların sürdürülebilir yönetim anlayışı perspektifinden ele alınması üzerinde yoğunlaşılmıştır. Hülasa, ilde kıymeti haiz bir su potansiyelinin varlığı takdir edilmiş, su konusunda mevcut sorunların çözümü için havza bazlı sürdürülebilir yönetimin en doğru çözüm olduğu sonucuna varılmıştır.
III. Ulusal Jeomorfoloji Sempozyumu
Doç. Dr. Atilla KARATAŞ
Mekansal analiz yöntemini benimseyerek sayısız analitik çalışmalara yer veren coğrafyacıların Jeomorfoloji ile olan bağlarının ne kadar kuvvetli olduğu aşikardır. Jeomorfoloji'nin ilkeleri, perspektifi ve çalışma yöntemleri üzerine yazılmış literatür ve yorumlanan ampirik çalışmalar göstermektedir ki, coğrafyacılar jeomorfolojik planlama ve uygulama alanının gelişmesine hem kurumsal, hem kuramsal, hem de uygulama alanında çok önemli katkılar yapmışlardır.
Günümüzdeki teknolojik gelişmelerin "coğrafi ortamın" zorluklarını azalttığı şeklinde bir varsayım ileri sürülse de esasen bu tutum, insan ile doğal şartlar arasındaki mücadeleye kayıtsız kalmaktır. Sanayileşmiş ve şehirleşmiş ülkelerde hoşgörü sınırını aşmış olan çevre kirlenmesi ve zararlarına karşı açılan savaş ve insanlığın 2/3'ünü toplamış olan ülkelerin gelişme zorunluluğundan doğan acil durum, ekolojik ortamın daha iyi tanınmasını gerektirmektedir. Artık çevrenin korunması ve düzenlenmesi şeklinde ifade edilen bu mesele kendini, sorumlu yöneticilere duyuracak hale gelmiştir. İşte bu noktada coğrafyacıların görevi, Ulusal Jeomorfoloji Sempozyumları ve benzeri organizasyonlar ile çözüm yolları aramak ve gerekli temel bilgileri yeni politikalar belirleyecek olan sorumlulara vermek/duyurmaktır.
Karasu Çayı Havzasının Hidrografik Planlaması
Doç. Dr. Atilla KARATAŞ
Türkiye’nin güneyinde yer alan ve Amanos Dağlarının doğu yamaçları ile Kurt Dağlarının batı yamaçları arasında, Doğu Afrika rift vadisinin kuzey segmentine karşılık gelen Karasu Çayı Havzasının ele alındığı bu çalışmada, Türkiye ve Suriye topraklarından oluşan havzanın hidrografik açıdan planlaması yapılmıştır. Coğrafi bakış açısı ve bütüncül yaklaşım, insan ve doğal çevre temelli olarak sürdürülebilirlik ilkesine uygun bir şekilde çalışmanın her aşamasına yayılmış ve entegre havza yönetiminden farklı olarak en ekonomik değil, hem doğal ortamın hem de insanın en yüksek faydayı temin edebileceği en doğru kullanımın ne şekilde olacağı üzerinde yoğunlaşılmıştır. Üç bölüm üzerine kurgulanan çalışmanın ilk iki bölümü ağırlıklı olarak verilerin sistematize edilmeleri ile ölçüm ve analizler ekseninde veri tabanının güçlü kılınmasına, üçüncü bölümü ise güçlendirilen bu veri tabanına dayanarak havzanın hidrografik açıdan planlamasının yapılmasına ayrılmıştır. İdeal havza planlamasına bir adım daha yaklaşma gayesiyle ortaya çıkan bu çalışmada, multi-disipliner karaktere sahip olan havza yönetimi meselesine coğrafi bakış açısı ile yeni ve daha kuşatıcı bir perspektif kazandırılmaya çalışılmıştır. Zaten doğası gereği değişken ve çok bileşenli olan su kaynaklarının yorumlanıp planlanması da ancak doğal çevrenin bütün unsurlarını ve bu unsurlar arasındaki ilişkileri aynı pota içerisinde harmanlayıp muhasebe edebilecek olan coğrafi bakış açısıyla bihakkın yapılabilecektir.
Ofiyolit Hidrografyası ve Hidrojeolojisi
Doç. Dr. Atilla KARATAŞ
Ofiyolit sahaların hidrografik, hidrolojik ve hidrojeolojik özelliklerinin analizini yaparak topografik satıhda yaygın mostralarıyla dikkat çeken bu litolojik ünitelerin su ile münasebetleri ortaya koymaya yönelik, naçiz bir katkı sağlama ümidiyle şekillenen bu çalışmada Mirdita, Trodos, Kızıldağ ve Şemail ofiyolitlerine ait saha verileri üzerinden bütün ofiyolitlere genellenebilecek çıktılar üretilmeye çalışılmıştır. Sahada edinilen izlenimler ile literatürde yer bulan çok sayıda çalışmanın ofiyolitlere atfedilen impermeabil ve akifüj gibi nitelemeleri tekzip etmesi sebebiyle çalışma sayesinde ofiyolitik seriye ait birimleri hakkında var olduğuna inanılan hatalı ön kabullerin giderilmesi için de ayrıca gayret sarfedilmiştir. Elde edilen bulgular ofiyolitlerin sanılanın aksine özellikle ikincil porozitelerine bağlı olarak sızmayı ve yeraltı sularını destekleyen, aynı zamanda da görece yüksek meteorik su girdileri ve akiklüd karakterindeki iç yapıları sebebiyle de hem yüzey hem de yeraltı su potansiyeli bakımından önem arz eden sahalara karşılık geldiklerini ortaya koymuştur. Çalışma boyunca bütün analiz ve değerlendirmelerde kuşatıcı, aynı zamanda da ilişkiledirici perspektifiyle coğrafi bakış açısından ve suyun bütün canlıların üzerinde hak sahibi olduğu hayati bir ihtiyaç maddesine karşılık geldiği gerçeğinden hiçbir surette taviz verilmemiştir.
Kanal İstanbul Mücavirinin Mühendislik Jeomorfolojisi
S. Ebru TURAN - Doç. Dr. Atilla KARATAŞ
Hâlihazırda proje fazında olan Kanal İstanbul mücavirinin mühendislik jeomorfolojisinin incelendiği, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Coğrafya Anabilim Dalı’nda Yüksek Lisans Tezi olarak 26 Haziran 2019 tarihinde kabul edilen ve nihai ÇED raporunun açıklanmasıyla birlikte gerekli revizyonları tamamlanan bu çalışmada, sahada kapsamlı inşa faaliyetleri başlamadan önce zemine dair elverişlilik ve uygunluk değerlendirmesi yapılmıştır. Mekânsal planlama açısından en uygun tasarruf modelini ortaya çıkarmanın ancak bilimsel verilerin çoğalmasıyla mümkün olabileceğine olan inanç, bu çalışmanın sebebini ve itici kuvvetini oluşturmuştur. Bu doğrultuda Kanal İstanbul mücaviri olarak tanımlanan sahanın analitik veriler ışığında coğrafi perspektiften değerlendirilerek mühendislik jeomorfoloji metodolojisine uygun, sistematik izahı yapılmaya çalışılmış; ulaşılan sonuç ve kanaatler nesnel bir yaklaşımla sıralanarak, sahada gerçekleşmesi muhtemel uygulamaların daha doğru ve etkili olmasına yönelik yapıcı/yönlendirici önerilerde bulunulmuştur.
Siyasi Coğrafya İnsan ve Mekân Yönetimi
Prof. Dr. Hamza AKENGİN
Geçmişte, coğrafya hep savaş ve fetihle ilişkilendirilmiş, neredeyse "askerlerin ihtiyacını karşılayan bilim" gibi görülmüştür. Keşifler döneminde coğrafyacılar sömürgeciliğin keşif kolu olarak çalışmıştır. Günümüzdeyse, siyasi coğrafya çok daha geniş bir kapsam ve anlam kazanmış, yaygınlaşmıştır. Uluslararası sorunların coğrafi temellerini anlamada siyasi coğrafyadan yararlanılırken, beşeri (ve ekonomik) coğrafyanın çok çeşitli konularına hatta her konusuna da önemli ölçüde siyasal bir bakış açısıyla yaklaşılabilmektedir.
Siyasi coğrafya ve jeopolitik, batı ülkelerinde oldukça popüler bir alan olup, bu konularda yayın sayısı büyük bir hızla artmaktadır. Bu çalışmada ele alınan konularla ilgili kullanılan haritalar, konu ile ilgilenenler için orijinal sayılabilecek niteliktedir. Siyasî Coğrafya derslerine yönelik olarak hazırlanmış olan "Siyasi Coğrafya: İnsan ve Mekân Yönetimi" başlıklı bu çalışmanın içeriğinin aktüel konulardan oluşması dolayısıyla, coğrafyacılar yanında tarih, siyaset bilimi, diplomasi ve sosyoloji olmak üzere birçok alana, genel okuyucuya da hitap edeceği, konu ile ilgilenenlere belli bir bakış açısı kazandıracağı düşünülmektedir.
Türkiye Fiziki Coğrafyası
Prof. Dr. Hamza AKENGİN
Ülkemizin sahip olduğu imkânlar ve sorunların anlaşılabilmesi ancak sahip olduğu fiziki coğrafya şartları ve bu şartların şekillendirdiği beşerî yapıyı anlamakla mümkündür. Coğrafya, ilkokuldan başlayarak üniversiteye kadar devam eden öğretim sürecindeki genel kültür derslerinden biridir. Özellikle ortaokullarda uygulanan program gereği coğrafya konuları, Sosyal Bilgiler dersi içerisinde disiplinlerarası bir yaklaşımla öğretilmeye çalışılmaktadır. Bunun beraberinde getirdiği bazı sorunlar olduğu bilinmektedir. Hangi bilgilerin, ne oranda, nasıl verileceği bu sorunlardan birkaçıdır. Bu sorunun çözümleyicilerinin, programı şekillendirenler olduğu bilinmektedir. Ancak bu konuda biz akademisyenlerin yapabileceği en önemli katkı Sosyal Bilgiler öğretmenliği programlarında yer alan Coğrafya derslerinin içeriğini, Sosyal Bilgiler Öğretmenliği Programı’nın ihtiyaçları doğrultusunda şekillendirmektir. Türkiye Fiziki Coğrafyası başlıklı bu eser; öncelikle Sosyal Bilgiler Öğretmenliği Programı’nın ihtiyaçları dikkate alınarak şekillendirilmeye çalışılmıştır. Ayrıca bu eserin; KPSS genel kültür ve coğrafya alan bilgisi sınavlarında da adayların ihtiyaçlarını karşılayacak bir içeriğe sahip olduğu düşünülmektedir.
Hikâyelerle Sosyal Bilgiler Öğretimi
Prof. Dr. Hamza AKENGİN
Bireyin hayattaki başarısı bakımından çok önemli yere sahip olan sosyal bilgiler dersi çoğu zaman ezbere dayanan, sıkıcı bir ders olarak nitelendirilmektedir. Bazen de içerdiği konular, kullanılan öğretim yöntem ve teknikleri ile böyle bir hale büründürüldüğü anlaşılmaktadır. Sosyal bilgiler dersini bu ön yargılardan kurtarmak ve vatandaşlık eğitiminde üstlendiği misyona uygun olarak yeniden şekillendirmek üzere bilim dünyasının “etkili bir sosyal bilgiler öğretiminin nasıl olması gerektiği” arayışı içinde olduğu bilinmektedir. “Hikâyelerle Sosyal Bilgiler Öğretimi” etkili sosyal bilgiler öğretiminin geliştirilmesi çabasına yeni bir tuğla ekleme arzusu sonucu ortaya çıkmıştır. Hikâyelerle Sosyal Bilgiler Öğretimi “Edebiyat Temelli Sosyal Bilgiler Öğretimi” yaklaşımına uygun olarak sosyal bilgiler öğretimi sürecinde en etkili edebi ürünlerden olan hikâyelerin taşıması gereken özelliklere vurgu yaparken “teknik” bir yapıya sahipken, öğrenme-öğretme sürecinde örnek olarak verilen hikayeler ve bunların sosyal bilgilerde kazandırılacak becerilerle ilişkilendirilmesi bakımından edebi bir niteliğe sahip olduğu düşünülmektedir.
Bu eser sosyal bilgiler öğretmenliği lisans programında yer alan “Sosyal Bilgilerde Sözlü ve Yazılı Edebiyat İncelemesi” dersi ve “Çocuk Edebiyatı” ile ilgili dersler için kaynak eser niteliğindedir. Ayrıca 6. ve 7. Sınıf Sosyal Bilgiler Öğretim Programı’nda yer alan kazanım, beceri ve değerlerin öğrencilere kazandırılması surecinde sosyal bilgiler öğretmenleri için rehber niteliğindedir.
Genel Fiziki Coğrafya
Prof. Dr. Hamza AKENGİN
İnsanoğlu dünya sahnesinde faaliyet göstermeye başladığı günden beri doğa ile mücadele etmektedir. Özellikle sanayi inkılâbından sonra insanoğlunun doğaya ve doğal ortama müdahalesi büyük bir hız ve ivme kazanmıştır. Tabiat bu müdahalelerin bir sonucu olarak doğal dengenin bozulmasının bedelini, deprem, heyelan, çığ düşmesi, sel ve taşkınlar, asit yağmurları ve ekolojik dengenin bozulması sonucu ortaya çıkan hastalıklar gibi yolarla ağır bir şekilde ödetmektedir.
Bozulan doğal denge kolay kolay tekrar kurulamamaktadır. Ayrıca dünya nüfusu sürekli artarken, insanoğlunun üzerinde faaliyet gösterdiği mekân olan yeryüzündeki karaların alanı hiç değişmemektedir. Dolayısı ile üzerinde beşeri faaliyetlerin sürdüğü mekânın çok iyi korunması gerekmektedir.
İstanbul'un Kapısı - Sultanbeyli Tarih
Prof. Dr. Cemalettin ŞAHİN
Aydos Kalesi'nin fethi İstanbul'un fethine giden süreçte en kritik ve önemli zaferlerden biridir. Bu fetih, Kocaeli Yarımadası'nın fethinin tamamlanmasını sağlamış ve bu sayede Üsküdar Osmanlı hâkimiyetine girmiştir. Kale, bir yandan Bizans İmparatorluğu'nun çöküşüne, buna mukabil diğer anlamda Osmanlıların önce beylikten devlete, sonra da devletten imparatorluğa geçme sürecine tanıklık etmiş; bundan da önemlisi bu sürecin en önemli aktörlerinden biri olmuştur. Aydos Kalesi etrafından teşekkül eden Sultanbeyli İlçesi'nin tarihi XIX. yüzyıla kadar durağan bir dönem geçirmiş, bu yüzyıldan itibaren adeta imparatorluğun yaşadığı değişim ve dönüşümün sancılarını da kendi çapında yaşamıştır.
Elinizdeki bu çalışma, Sultanbeyli'nin Aydos Kalesi'nin inşasından başlayarak günümüze kadar olan tarihini ele almayı hedeflemiştir. Sultanbeyli'nin dünden bugüne tarihi sürekliliğini ortaya koyan bu eser, fiziki ve beşeri coğrafyaya yer vermesiyle de ayrı bir zenginliğe sahiptir.
Üniversitelerin Şehirleşmeye Etkileri
Prof. Dr. Sevil SARGIN
Bu çalışma, 1992 yılında kurulan Süleyman Demirel Üniversitesinin Isparta’nın şehirleşme sürecine etkilerini araştırma amacını taşımaktadır. Türkiye’de şehirleşme hareketlerinin hız kazandığı 1950 yılı sonrası, aynı zamanda yeni üniversitelerin kurulmaya başladığı dönem olarak önem kazanmaktadır. 1950 yılına kadar ikisi İstanbul’da, biri Ankara’da olmak üzere sadece üç üniversitenin bulunduğu ülkemizde, bu tarihten sonra bir çok yeni üniversite kurulmuştur. Özellikle 1992 yılında kurulan üniversitelerin neredeyse tamamı, orta büyüklükteki şehirlerde kurulmuş ve kuruldukları günden itibaren bu şehirlerin sosyo ekonomik hayatı üzerinde önemli etkileri olmuştur. Bu bağlamda, bu çalışmada, 1992 yılında kurulan üniversitelerden biri olan Süleyman Demirel Üniversitesinin, Isparta şehrinin sosyo ekonomik hayatına olan etkileri ortaya konmaya çalışılmıştır. Bu amaçla öncelikle şehir ve şehirleşme kavramı üzerinde durulmuş, Türkiye’de yaşanan şehirleşme süreci ve sorunlarına değinilmiş, aynı süreçte üniversitelerin gelişimi irdelenmiştir. Daha sonra çalışma alanımız olan Isparta şehrinin fiziki ve beşeri özellikleri ve Süleyman Demirel Üniversitesinin 14 yıllık gelişimi ortaya konmuştur. Çalışmanın en önemli aşaması ise, şehirleşmeye, hatta şehirlileşmeye etki eden üniversitenin, öğrenci, akademik ve idari personel profilinin çıkarılması, bu kitlenin beklentilerinin ve eğilimlerinin saptanması aşamasıdır. Bu aşamada şehrin gelişimine etki eden bu insanların şehirden beklentileri, şehirle olan ilişkileri ve şehrin ihtiyaçları karşılama durumu da ölçülmeye çalışılmıştır. Ayrıca şehir insanını temsil eden kesim olarak esnafın üniversiteye bakışı değerlendirilmiş, bu kesimin üniversitenin varlığından ne kadar etkilendiği ortaya konmaya çalışılmıştır. Tüm bu aşamalarda kişilerin verdikleri bilgilere, görüşlerine ve algılayışlarına başvurulmuş, her kesimin ortak yaklaşımlarından sonuca gidilmiş, üniversitenin talep ettiği hizmeti üreten şehrin öncelikli sorunları irdelenerek, çözüm önerileri getirilmeye çalışılmıştır. Bilindiği gibi, beşeri coğrafyanın kapsamında bulunan konuların, sosyal çevre, fiziki çevre, ekonomik, psikolojik, idari bir çok faktörün etkisiyle oluşması ve karmaşık bir yapıya sahip olması, bizi birçok disiplinlerle ilişki kurmaya yöneltmektedir. Ancak olayların açıklanmasında coğrafi metod ve amaçtan uzaklaşılmaması esastır. Bu çalışmada da buna büyük özen gösterilmiş ve elde edilen verilerin değerlendirmesi bu esasa gore yapılmıştır.
Türkiye'nin Suç Coğrafyası
Prof. Dr. Sevil SARGIN
Suç, sosyal, ekonomik, politik, fiziksel ve psikolojik şartlar ile coğrafi faktörlerin etkileşimi sonucu ortaya çıkan bir olgudur. Suç coğrafi bir mekanda meydana geldiği için, suç ile mekan arasındaki ilişki önemlidir. Mekanı oluşturan özellikler suç olayı üzerinde farklı şekillerde ortaya çıkabilmektedir. Sadece doğal coğrafya faktörleri değil, beşeri coğrafya faktörleri de suçlar üzerinde etkili olabilmektedir.
Bu çalışmada, Türkiye'de polis hizmet alanı içinde işlenen mala ve şahsa karşı işlenen suç sayılarının yıllara göre gelişimi ve iller bazında dağılışı yapılmıştır. Bu bağlamda görülmüştür ki, şehirsel merkezler gerek nüfusun gerekse diğer şehirsel fonksiyonların yoğunlaştığı alanlar olması sebebiyle suçu beslemekte, sosyal kontrol buralarda zayıflamakta, suçlular için önemli fırsatları meydana getirmektedir. Bu ise şehirlerde ekonomik kayıplar dışında toplumun ve sosyal sermayenin zayıflamasına neden olmaktadır. Türkiye'de şehirlerde işlenen suç sayısı, sosyo-ekonomik, toplumsal faktörlerin yanısıra şehirleşme oranı ve şehirlerdeki nüfus artışına bağlı olarak sürekli artış göstermektedir.
Türkiye'de Başlıca Ağaç Türlerinin Coğrafi Yayılışları, Ekolojik ve Floristik Özellikleri
Prof. Dr. Nurten GÜNAL
Bu eserin amacı, Türkiye'de doğal olarak yetişen başlıca ağaç türlerini bitki coğrafyası açısından ele alarak, tanıtmak, yayılışlarını, ekolojik ve floristik özelliklerini açıklamaktadır. Bilindiği gibi ülkemizdeki ağaç türlerini hem tanıtan hem de yayılışlarını, ekolojik ve floristik özelliklerini coğrafi açıdan inceleyen bir eser henüz mevcut değildir. Bitki coğrafyası alanında konuya duyulan bu gereksinim nedeniyle ele alınan bu eserin temeli esas olarak 1980 yılından beri bitki coğrafyası alanında yaptığımız arazi çalışmaları ve gözlemlerin sonuçlarına dayanmaktadır.
Kıta, ülkemizin orman formasyonu açısından taşıdığı özelliklerin ana çizgileri ile ortaya konduğu Girişi takiben iki bölüm halinde ele alınmıştır. Birinci bölüm, Türkiye'deki ormanların yaklaşık %55'ini oluşturan iğne yapraklı ağaçlara, ikinci bölüm yayvan yapraklı ağaçlara ayrılmıştır.
Yukarı Gediz Havzasının Bitki Coğrafyası
Prof. Dr. Nurten GÜNAL
Yukarı Gediz Havzası Batı Anadolu'da, Ege Bölgesinin İç Batı Anadolu Bölümü'nde yer alır. Gördes-Uşak yöresinin büyük kısmını içine alan Yukarı Gediz Havzası kuzeyden yükseltisi 1500-2100 m arasında değişen Demirci (1595 m), Simav (1799 m), Şaphane (2120 m) dağları ile sınırlanır. Kuzeydoğusunda, Batı Anadolu'nun en yüksek noktalarından Murat Dağı'nın (2309 m) yer aldığı havza, batıdan Gördes ve Demirci çaylarının vadileri arasında yükselen Türkmen Dağı (1487 m) ve Çomaklı Dağ (1201 m), güneydoğudan Elmadağ (1760 m), Kazdağ (1227 m) ve Kışladağ (1298 m) gibi dağlarla çevrilidir. Havzanın orta kesimi ise, yükseltisi 600-800 m arasında değişen dalgalı plato yüzeyi şeklindedir. Güneybatıya, Ege Denizi'ne doğru eğimli bir şeklilde açılan inceleme sahasının alanı yaklaşık 7800 km²'dir. Akdeniz, Marmara ve İç Anadolu iklimleri arasında bir geçiş tipinin etkisinde olan inceleme sahası, doğal bitki örtüsü bakımından da bu geçiş ikliminin etkilerini taşır. Yukarı Gediz Havzası, Ege Bölgesinin gerek bitki türü, gerekse bitki topluluklarının yayılışı açısından değişik özelliklere sahip bir yöresidir.
Güneybatı Asya Ortadoğu Ülkeler Coğrafyası
Prof. Dr. Nurten GÜNAL
Dr. Öğr. Üyesi Yasemin ÖZDEMİR
Güneybatı Asya “Ortadoğu” jeopolitik ve stratejik konumu nedeniyle yerküre üzerinde önemli bir alanı oluşturmaktadır. Ülkemizin de içinde bulunduğu bu sahanın genel olarak fiziki, beşeri ve sosyo ekonomik özelliklerinin bilinmesi kadar, bu sahada yer alan ülkelerin de fiziki, beşeri ve sosyo-ekonomik özelliklerinin detaylı bir şekilde bilinmesi gereklidir.
Kitapta Güneybatı Asya coğrafyası I. Bölümde Doğal Özellikler II. Bölümde Beşeri ve Ekonomik etkinlikler III. Bölümde Ülkelerin Fiziki ve Beşeri özellikleri şeklinde ele alınmıştır.
Türkiye Coğrafyası; Coğrafi Bölgeler ve Turizm
Dr. Öğr. Üyesi Yasemin ÖZDEMİR
Türkiye yerküre üzerinde yer alan ülkeler içinde eski dünya karaları olarak bilinen Asya, Avrupa, Afrika kıtaları arasında, geçiş yolları üzerinde merkezi bir konumda ve dünyanın en önemli iç denizlerinden biri olan Akdeniz ile kolları “Ege, Marmara, Karadeniz” tarafından denizlerle çevrili olmasıyla okyanuslar arası dış ülkelere deniz yoluyla da kolaylıkla ulaşılabilir konumdadır. Kitap; yaşadığımız ülkemizin coğrafi yönden genel olarak fiziki ve beşeri özelliklerini içeren bilgileri vermesi yanında ağırlıklı olarak coğrafi bölgelerimizi turizm açısından ele almaktadır. Yer küre üzerindeki fiziksel ve beşeri olayların dağılışını, nedenlerini ve oluş biçimlerini insanlara en anlaşılabilir şekilde sade bir dille ortaya koyan bilim dalı coğrafyadır. Bu bakımdan kitabın yazılış şekli ve konuların ele alınışı geniş bir okuyucu topluluğunun faydalanacağı tarzda olmuştur. Kitap içinde yer alan turizm haritaları coğrafi bilgi sistemleri teknolojileri kullanılarak tarafımız tarafından yapılmış orjinal haritalardır.
Mavi Vatan-I Marmara Denizi ve Boğazlar
Doç. Dr. Celal ŞENOL
Günümüz dünyasında coğrafi ekolojide meydana gelen değişimler eskiye nazaran daha hızlı ve etkili olmaktadır. Bir bütün olarak dünya ekosistemine baktığımızda tüm unsurların (canlı-cansız) birbiriyle sıkı bir ilişki içinde olduğu dikkati çekmektedir. İnsan merkezli bir etkileşimin yaşandığı bu sisteme coğrafya bilimi farklı şekillerde yaklaşmaktadır. Doğal ortamı doğrudan etkileyen fiziki ve beşeri coğrafya unsurlarını inceleyen coğrafya bilimi tüm yönleriyle ekosistemin parçaları arasında bağlantı kurmaktadır.
Günümüzde insanın yaşadığı ortam çok hızlı bir bozulma süreci yaşamaktadır. Artan nüfusun ihtiyaçlarına karşılık vermek isteyen sektörler, endüstrileşmenin her alanda daha da gelişmesini sağlamaktadır. Bu durum nüfusun yoğunlaştığı alanların çeperlerinde yeni sanayi tesislerinin kurulmasına yol açmaktadır. Türkiye’de bu alanların başında kuşkusuz Marmara Denizi çevresi gelmektedir. Ülke nüfusunun ve sanayisinin önemli bir kısmı bu bölge içinde özellikle İstanbul, Tekirdağ, Kocaeli ve Bursa’da toplanmış durumdadır. Son 50 yılda nüfusu yedi kat artan mega şehir İstanbul başta olmak üzere tüm kıyı yerleşmeleri Marmara Denizi’nin ekolojik yapısını etkilemektedir. Deniz ekosisteminin genel yapısını etkileyen yalnızca nüfus ve sanayileşme değil, aynı zamanda turizm, ticaret, ulaşım ve balıkçılık gibi birçok ekonomik faaliyetlerin etkisi söz konusudur. Boğazlarla birlikte bir bütün halinde ele alındığında Karadeniz ve Akdeniz arasında bağlantıyı sağlayan tek su yolu olması açısından dünya denizyolu ağının merkezinde kalmaktadır. Bu durum Marmara’nın yük ve yolcu taşımacılığında çok fazla kullanılmasına neden olmaktadır. Beşeri faaliyetler olarak birlikte değerlendirilen bu alanlar deniz üzerinde ciddi bir baskı unsuru olarak varlığını sürdürmektedir.
Horoztepe’den Günümüze 6000 Yılda Tokat
Doç. Dr. Celal ŞENOL
Anadolu, konumu ve coğrafi özellikleriyle medeniyet tarihimiz boyunca özel ve de önemli bir yere sahip olmuştur. Bu nedenledir ki günümüzde her bir il, yöre, köy kendine has türlü özellikleriyle dikkat çeker mahiyettedir. Anadolu’nun kuzeyinde, geçmişten günümüze en işlek ulaşım güzergâhları üzerinde bulunan Tokat da bu açıdan emsalsiz değerleri bünyesinde barındırmaktadır. Asırlar boyu farklı medeniyetlere beşiklik yapmış ve izlerini bugüne kadar taşımış nadide bir il olan Tokat tabii ve beşeri hazineleriyle sadece Türkiye için değil
tüm insanlık tarihi açısından dikkat çekmektedir. Bugün olduğu gibi geçmişte de dönemin yöneticileri, liderleri, alimleri, bilginleri ve halkı üzerinde derin izler bırakmış ve uğruna mücadelelerin yapıldığı bir kent olmuştur. Tokat, Mevlana’nın “Tokat’a gitmek gerek, çünkü Tokat’ta insan ve iklim mutedildir”, Evliya Çelebi’nin ise Seyahatnamesinde “Alimler ve Şairler Şehri” diye övdüğü bir şehirdir. Binlerce yıldır ev sahipliği yaptığı farklı medeniyetlerin bıraktığı sosyal ve kültürel birikimler bugün adından söz ettiren sayılı yerleşmeler arasında
kalmıştır. Bu birikim medeniyetler arasında değişerek ve güçlenerek günümüze kadar gelmiş, Tokat’ın sosyal, dini, ekonomik hayatını etkilediği gibi folklorunu da zenginleştirmiştir. İlk Çağ’dan günümüze kadar farklı medeniyetlere ev sahipliği yapmış bu tarihi yerleşmeler (Horoztepe, Maşat, Kayapınar ve Aktepe gibi) bölgenin geçmişini Kalkolitik Çağa kadar götürmektedir. Tokat, ulaşım açısından avantajlı konumu, zengin tarımsal altyapısı ve elverişli iklim şartları sayesinde pek çok medeniyetin kurulup geliştiği gözde merkezlerden biridir. Bunlardan en önemlileri, Çin’den Avrupa’ya uzanan tarihi İpek Yolu ve Susa (İran)- Sardes (Salihli) arasında yapılan Pers Kral Yolu’dur. Bunlardan Tarihi İpek Yolu, doğu batı arasında etkileşimi arttıran ve Tokat’tan geçen en önemli yolların başında gelmektedir. Bu yol ana ve tali yollardan oluşmakta; Tokat-Turhal- Zile-Amasya; Amasya-Erbaa-Niksar ile Tokat-Niksar arası en işlek olanlarıydı. Topoğrafik koşullara bağlı
olarak şekillenen bu yollar aynı zamanda verimli tarım arazileri üzerinden geçtiğinden bölgeyi yerleşme ve ticari yönden olumlu şekilde etkilemiştir. İran’dan Ege kıyılarına uzanan Pers Kral Yolu’nun en önemli kavşak noktalarından biri de Zile’dir. Uzun yıllar (yaklaşık iki asır) Tokat’a hükmeden Persler döneminde ticaret yolu üzerinde bulunan Zile canlı bir merkez olmuştur. Bu dönemde Pontus’un önemli merkezleri arasında Comana (Tokat), Zela (Zile), Neocaesarea (Niksar) ve Sebastapolis (Sulusaray) bulunmaktaydı. Bölge Pontus krallığı hakimiyetine girdiğinde, bölgede hakimiyet kurmak için Romalılarla mücadeleler başlamış, çünkü Tokat ve çevresi ticari ve askeri öneminin yanında güçlü bir dini merkez görevi görmekteydi. Bu durum Roma-Pontuslar arasında Zela Savaşının yapılmasına yol açmış ve Sezar’ın “Veni, Vidi, Vici “(Geldim, Gördüm, Yendim) sözünü söylediği yer olarak tarihe geçmesine sağlamıştır. Tokat, Anadolu’nun kapılarının 1071 sonrası Türklere açılmasıyla ilk yerleşilen bölgeler arasında bulunmuştur. Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde Anadolu’da stratejik bir kent olmuştur. Kadim İpek Yolu’nun en işlek noktalarından birisi olmanın yanında, Anadolu’daki iki iç gümrükten birisi olmuştur. Bu şekilde 6000 yıldır ticaret, ziraat, zanaat ve kültürel anlamda bir merkez olarak varlığını sürdürmüştür. İpek ticaretinde önemli bir merkez olmasının yanında bakır işçiliğinde de dönemin en aktif merkezlerindendi. Bu durumu Evliya Çelebi, “Kazancı kârından sahan ve tencereleri, kalemkâr evânî işleri gayet memduhtur” şeklindeki ifade etmiştir. Yıl boyu üretimin yapıldığı bölgede, Anadolu’nun en eski maden ocakları ve Osmanlının en büyük kalhanesi bulunmaydı. Tokat günümüzde de bakır işçiliği yanında, kuyumculuk sektöründe de oldukça gelişmiş bölgelerden biridir. Tarihi birikimin çok yüksek olduğu Tokat, somut ve soyut kültürel unsurların canlı tutulduğu bir bölgedir. Bu açıdan tarihi eserlerin bakımı yapılmakta, gastronomi, zanaat gibi kültürel değerler yaşatılmaya çalışılmaktadır. Bu çalışma öncelikle tarihi, coğrafi ve kültürel yönleriyle Tokat’ı incelemeyi amaçlamaktadır. Çalışma, toplam iki ana bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde Tokat’ın Tarihi ve Kültürel özellikleri ele alınmıştır. Bu bölümde ilin genel tarihi, vakıfları, camileri, mescitleri, hanları, hamamları ve el sanatları incelenmiştir. İkinci bölümde ise ilin genel coğrafi özellikleri ele alınmıştır. Coğrafi özellikler Fiziki ile Beşeri ve İktisadi şeklinde iki alt grupta ele alınmıştır. Fiziki coğrafya özelliklerinde ilin jeolojik, jeomorfolojik, tektonizma, iklim, hidrografya, biyocoğrafya, toprak ve doğal afetler gibi konuları ele alınırken, beşeri ve iktisadi özellikler bölümünde nüfus, yerleşme, ulaşım, sanayi, yeraltı kaynakları, turizm, idari yapı, coğrafi işaretli ürünleri ile eğitim durumu gibi alanlar incelenmiştir.
Melet Çayı Havzası’nda Arazi Kullanımı ve Mekansal Değişim
Doç. Dr. Celal ŞENOL
İnsanoğlu geçmişten beri yaşadığı ortamı ve etrafını sürekli tanıma arzusu duymaktadır. Bu nedenle her zaman doğal ortamla iç içe olmuştur. Bu süreç içerisinde hem doğal ortamın etkisinde kalmış hem de onu etkilemiştir. Ancak hiçbir etkileşim yakın geçmişe kadar acımasız olmamıştı. Sahip olduğu teknolojik imkânları doğal ortam üzerinde değişiklik yapmaktan yana kullanmayı tercih eden insanoğlu zamanla doğa üzerinde baskın hale gelmiştir. Özellikle sanayileşme ve şehirleşme süreçlerinde bu güç doğa karşısında fazlasıyla kullanılmıştır. Ancak değişimler sonucunda havanın, suyun, toprağın ve doğal ortamın bozulmasının ve kirlenmesinin kendisine zararı olduğunu anlaması çok uzun sürmedi. Bu durum sonucunda insanoğlu elde ettiği zenginlikle bu değerleri geri getiremeyeceğini anlamış oldu. Özellikle son 50 yıldır dünya üzerinde arazi kullanımı ve mekânsal değişimlere bu kadar fazla önem verilmesi doğanın kıymetinin anlaşılmaya başlandığını göstermektedir.
This page updated by Coğrafya on 25.12.2023 15:50:47